ASAYİŞ Haber Girişi : 06 Ekim 2010 01:27

Haliç'e  Yansıyan  Işık

Haliç'e  Yansıyan  Işık

Ele  geçmez  bir  güzel  karşısında  insan, ‘’yüce’’ duygusuyla  tanışır… Böylesi  bir  güzelin  huzurunda  olmanın  yazı  kışı, gecesi  gündüzü  olmaz. O, her  keresinde  kendini  bir  başka  türlü  ziyarete  sunacağı  için, gözlerin  ve  duaların  hep  üstünde  olmasını  talep  eder.

Hem  ona  yalnızca  gözle  bakmak  da  kâfi  gelmez. Tüm  anlama  ve  duygu  yetilerinin  ona  nüfuz  edecek  kuvvette  ve  muhabbetle  harekete  geçirilmesi  gerekir.

Çünkü  o, kimi  zaman  hercai , kimi  zaman  bir  aşk  abidesi  ve  hem  merhametli  hem  yürekleri  aydınlatan  bir ‘’ IŞIK’’  olur..

Bazen  de  ‘’Benim  de  ışığım  olur  musun?’’  diye  koşar  adımlarla  aşkına  kavuşmak  isteyen,   yaşlı  gözlerin  ve  yorgun   bedenin  sahibi  bir  Haydarpaşa  yolcusu  oluverir.                                 

Ele  geçmez  bir  güzelin  karşısında; huzuruna  çıkmayı ve  huzurlu  olmayı  arzu  eden   deli  bir  yürek  olur…

Ve  genellikle  de  peşinden  koştuğu  aşkının,  namsız  ve  nişansız  mekânından  Haliç’e  yansıttığı  o    ışığı , gönlüne  de  yansıtmasını   isteyen  yaralı  bir  Leylâ…

***

Bazen  olur.                                                                                                                                                               

Garip  bir  turuncuya  bürünür  hicranlı  gönüller. Hele  İstanbul’da  yaşıyorsan  bu  turuncu  renk  zamanla  kızıla  boyanabilir. Bazen  de  şeker  kıvamında  olur  ki, o  zaman  tadına  doyum  olmaz  bu  aziz  şehrin…

Sanki  hiç  bitmeyecekmiş  gibi  görünür  bu  tarçın  kokulu  rüya. Ama  aslında  uyanık  olanlar  bilir; ancak  bir  akşamüstüdür  ömrü  bu  cümbüşün. Her  ne  yapılıyorsa  bırakılmalı  ve  tadı  çıkarılmalıdır.

Belki  de  bu  tat, bulunduğu  iskeleden  ve  en  güzel  Üsküdar’dan  kalkan  bir  vapurda  çıkıp  sunar  kendini  göze.

Her  saat  başı  Üsküdar’dan  alır  yüreği  yaralı  Leyla’ları  ve  Haliç’in  kuytu  köşelerine  taşır.

Belki  de  İstanbul’un  en  gerçek  hikâyeleri  saklıdır  o  kuytu  köşelerde…

Hayal-i  aleme  dalar  ve  gidersiniz  ;size  çığlıklarıyla  eşlik  eden  yüzlerce  martının  farkında  olmadan.

Ve  İstanbul  mahşerinin  hayat  suyu  olan  Haliç’te  geriye  beyaz  köpükler  bırakarak  süzülürsünüz.

Uğradığınız  iskeleleri  düşünürsünüz; Eminönü,  Kasımpaşa, Fener, Balat, Sütlüce  ve  nihayet  Eyüp…

Eyüp,  yani  Eyüp  Sultan.

İstanbul’u  tanıyanlar  bu  güzergâhın  hele  bir  vapuru  nasıl  kıymetlendireceğini  bilirler.

Üsküdar’dan  kalkan  bu  vapur , bir  bakıma  İstanbul’daki  Kudüs’e  götürür  yolcularını…

Peki  kimdi  bu  yolcular?

Kimdi  yüreği  aşkla  ve  ışıkla  dolanlar?

Söylüyorum;

Tepeleri  ağaç  kümeleri  ile  taçlanmış, yamaçları  parselle  bölünmüş  ,  eteklerinde  hece  taşlarının  sıralandığı  kabristanda  yatanların  ve  daima  civarında  yaşamaktan  şeref  duydukları  Eyüp  Sultan  hazretlerinin  ve  ashabının  ziyaretçileri..

Belki  de,

‘’Benim  de  Işığım  olur  musun?’’  diyerek  tepelerden  Haliç’e  yansıyan  ‘’IŞIK’’ ın  yüreklerini  de  aydınlatmasını  isteyen    ehl-i  sünnet  aşıkları…

Ve  özlemle  bir  dahaki  seferi  iple  çeken  Haydarpaşa  yolcuları…

Kimbilir?..